Edebiyat

Sally Rooney’in İntermezzo’su

   Celil Civan       Ocak 2025

Sally Rooney’in İntermezzo’su

 

İrlandalı yazar Sally Rooney'in dördüncü romanı İntermezzo dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük yankı uyandırdı. Arkadaşlarla Sohbetler, Normal İnsanlar, Güzel Dünya Neredesin? isimli romanlarıyla geniş çaplı bir okur kitlesine ulaşan Rooney'in kitapları sadece kitapçıların raflarında en üst sıralarda yer almakla kalmadı; sosyal medyanın da yeni "süslerinden" biri oldu. Pek çok kişi kitabı ellerine alıp kapağına uygun "kombinleriyle" poz verdiler; bir zamanlar kahve fincanlarının yanına yerleştirilen Kürk Mantolu Madonna'nın yerini İntermezzo aldı. Kuşkusuz bu, bir tartışmaya da neden oldu: Rooney'in kitapları okunmak için mi yoksa sosyal medyada paylaşılmak için mi alınıyordu?

Rooney'in romanları sosyal medyada bir gösteri aracı haline gelirken söz konusu metinlere dair klişe bir yorum da pek çok tez tekrar edildi, bir reklam sloganı haline geldi: Sally Rooney "Y Kuşağı'nın sesi" olmuştu. Romanları Y Kuşağı'nın (1981-1996 arasında doğumluların) hayatını, ruh halini, ilişkilerini dile getiriyor, bu yorumdan etkilenen pek çok okur da Rooney'in romanlarında "kendi sesini" buluyordu; okumayanlar da hiç değilse kapağını sosyal medyaya koyarak bu yargıyı zımnen dile getiriyordu.

Rooney'in son romanının kahramanlarının da Y Kuşağı'ndan olması İntermezzo'nun da aynı kuşağın yeni bir öyküsünü anlattığını düşündürüyor. Peki, İntermezzo -sanki bütün üyeleri türdeşmiş gibi- gene bir kuşağın öyküsüne mi yoksa üst-orta sınıf, Hıristiyan beyazların yaşamlarına mı odaklanıyor?

Arada Kalmak

"İntermezzo" kelimesi perde arası oyunu, sapma, aralık, ilişki gibi anlamlar taşıyor. Romanın kahramanlarını düşündüğümüzde kelimenin anlatıya uygun olduğunu düşünmemek elde değil. Zira kahramanların hepsi arada kalmışlığı yaşıyor, karmaşık ve çoklu ilişkiler içinde bulunuyor, çeşitli sapmalar gösteriyor. Peter'in anlamlı olduğunu düşündüğü dünya ile dünyanın karmaşıklığı arasında kalması, Naomi ve Sylvia arasında bocalaması; kardeşi İvan'ın zihin ve beden arasında irtibat kuramaması, satranç, mantık ve matematiğin kesin dünyasıyla yaşadığı gerçekliği bağdaştırmaması; Margaret'in gündelik hayatın gerektirdiği "çileci ahlakla" bedensel arzuları arasında çelişkiye düşmesi gibi. Hatta kelimenin oyun anlamının da metinde var olduğu söylenebilir. Zira Naomi ve Peter ilişkilerini adlandırmak yerine birbirleriyle çeşitli duygusal, ilişkisel oyunlar oynuyorlar.

Babaları ölen Peter ve İvan'ın yas süreci de bir aralık olarak sayılabilir. Çünkü yas "kederden" geçip "kederin gitgide azaldığı" gündelik hayata dönüşü ifade eden bir süreç. Bu durumda romanın çeşitli biçimlerde arada kalan, iki seçenek arasında bocalayan kahramanların öyküsünü dile getirdiği söylenebilir. Ancak roman uzun bir süre bu arada kalmışlığa vurgu yapsa da kahramanın yolculuğu izleğini de kullanmaktan geri kalmıyor. Nihayet sonunda kahramanlar -daha sonra değineceğim üzere- bir biçimde değişip kendilerince olgunluğa erişiyorlar.

Normallik

Romanın bir diğer izleği ise normallik. Bu da gene aslında arada kalmışlığı ima ediyor. Zira romanın bütün kahramanları (belki Peter ve İvan'ın üvey babaları ve kardeşleri hariç) normalin sınırlarında dolaşıyor. Ama diğer yandan ısrarla "normal" olduklarını vurguluyor. Bu da kelimenin ne kadar kaypak ve tartışmalı olduğunu gösteriyor. İki kadına aynı anda aşık olan Peter normal olduğunu ifade ediyor, normal olmadığını "fark ettiğinde" normal olmaya gayret gösteriyor (Ancak bu gayreti gayet "anormal" bir tepkiyle karşılanıyor!) İvan abisinin kendisine sürekli "normal değilsin" demesinden rahatsız oluyor. Ama o da hem düşünceleri bakımından hem de kendinden yaşça büyük bir kadınla birlikte olduğu için normal "olup olmadığını" sorguluyor. Bu durum bir yandan normalliğin ne olduğunu sorgularken diğer yandan anormal olduklarını düşünen -toplum tarafından düşünülmeye zorlanan- karakterlerin üzerindeki baskıyı ifade ediyor. Bu açıdan romanın en "normal" karakteri Naomi olsa gerek. Zira Naomi normalin ne olup olmadığını tartışmak bir yana kendisini ve diğerlerini olduğu gibi kabul ediyor (Nitekim romanın sınıfsal olarak en altta duran karakteri de o.)

Anlamak

Romanın bir diğer özelliğiyse dil felsefesine özgü tartışmaları dile getirmesi. Kitap Ludwig Wittgenstein'dan bir alıntı ile başlarken romanın içinde de doğrudan Wittgenstein'a ve sözlerine atıflar mevcut. Duygu ve düşüncelerin dile getirilip getirilmeyeceğini tartışan, dilin sınırları üzerinde kafa yoran felsefecinin romanda yer alması kuşkusuz rastlantı değil. Çünkü kahramanlarımız normal olup olmadıklarını düşündükleri kadar, hayatın bir anlamının olup olmadığını, duygu ve düşüncelerimizi dille ifade etmenin imkan ve imkansızlığını, zihnimizdeki dünya ile dış gerçekliğin varlığını sık sık düşünüyor; bu konularda kafaları karışıyor, çelişkilere düşüyor.

Bu açıdan romanın kendi kendini de tartıştığını söylemek mümkün. Zira dilin neyi dile getirebileceğini tartışırken biçimsel olarak kahramanların zihnine girdiğini, kahramanların duygu ve düşüncelerini olabildiğince doğrudan yansıttığını gösteren bir metinle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Rooney'in de romanın oluşması aşamasında bu tartışmalara girdiği, bunlara kafa yorduğu söylenebilir.

Tanrı'nın Merhameti

İntermezzo arada kalmışlığı, normalliğin ne olup olmadığını, anlamın imkanını tartışıp romanın kendisini bile sorgular hale gelen bir yapıt olabilecekken sona doğru birden bire doğrudan "deus ex machina" devreye giriyor; kahramanlarımız Tanrı'nın inayetine kavuşuyor, kendilerini ve başkalarını affediyor, birbirlerini sevdiklerini söylüyor ve alçakgönüllü oluyorlar. Kuşkusuz roman boyunca Tanrı ve inanç meseleleri dile getiriliyor ama daha çok bir baskı aracı veya kuşkulu bir olgu olarak. Peter uzun süre bu dünyada acı çekmektense intihar etmeyi düşünüyor. Ama anlatının sonunda Peter sinir bozucu bir sulu göz haline geliyor ve kendisiyle birlikte herkesi affediyor. Bunun kahramanın yolculuğu bağlamında bir olgunlaşma olduğu söylenebilir kuşkusuz. Ama Peter olgunlaşma yolunda hiçbir şeyini kaybetmiyor: Naomi ve Sylvia'nın "ısrarıyla" iki kadınla aynı anda, yeniden birlikte olmaya devam ediyor. Kardeşinin de Margaret'le ilişkisini sürdürdüğünü söylemeye bile gerek yok. Bir şeyler değişiyor gibi görünüyor ama Lampedusa'nın Leopar romanında denildiği gibi: "Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, her şeyi değiştirmeliyiz."

Farklı talepleri, arzuları, düşünceleri ve hayat tarzları olan ve epeyce uzun bir zaman diliminde yaşayan bir kesimi "kuşak" ismiyle etiketlemek zor, hatta imkansız. Rooney'in İntermezzo'su ise türdeş olamayacak bir kesimin öyküsüne değil; orta-üst sınıf, beyaz, nihayetinde özünde Hıristiyan kahramanların anlatısına odaklanıyor. Ele aldığı izlekler karakterlerin sınıfsal konumunu, yaşamlarını tartışmalı kılabilecekken yazar sonda muhafazakâr bir hamle yaparak -bütün bir Y Kuşağı'ını değil ama- onun sınıfsal olarak zaten bocalamaya müsait bir kesimini; dahası bu kesimle hiçbir ortak yönü olmadığı halde reklam etkisiyle kendilerini Rooney'in kahramanlarıyla özdeşleştiren geniş bir okur kitlesini de Tanrı'nın merhametinde birleştiriyor.

 

Yazar'a ait Diğer Yazılar

Celil Civan

1978 yılında Almanya'da doğdu. 1995 yılından beri çeşitli dergilerde öyküleri, sinema ve edebiyat eleştirileri yayımlanmaktadır. 2011-2018 yılları arasında Hayal Perdesi Sinema Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 2020 yılında ilk romanı Başkan Mao'nun Gizli Hazinesi yayımlandı. Richard Falk'tan Kamusal Entelektüel'i, Philip Cunliffe'den Yeni Yirmi Yıl Krizi'ni, Raymond Aron'un Hatıralar'ını (Lütfi Fevzi Topaçoğlu ile birlikte), Robert D. Kaplan'dan Trajik Akıl'ı çevirdi. Halen editörlük ve çevirmenlik yapmaktadır.