Vatandaş Plajları Doldurdu, AKP’liler Denize Giremiyor
Tek Parti döneminde Türkiye'de vatandaş-halk ayrımı vardı. Vatandaşlar birinci mevkide yolculuk ederdi, onların göz zevkinin bozulmaması için vali Nevzat Tandoğan Ankara'nın yamalı giysiler giyen yoksul yerli halkını şehir merkezine sokmazdı. Giysileri yüzünden polisin Ankara'ya sokmadığı kişilerden biri de Aşık Veysel'dir.
Bildiğiniz gibi Ankara'da deniz yok ama İstanbul'da var. Fahrettin Kerim Gökay, 1950'lerde Demokrat Parti iktidarı sırasında İstanbul valisiydi. 1950'ler, Anadolu'dan İstanbul'a göçün yaşandığı dönem. İnsanlar Tek Parti dönemi yaşam tarzının sekteye uğramasından rahatsız. İşte o yıllarda İstanbul'da halk sahilleri doldurduğu için vatandaşın denize giremediği şikâyetini ilk olarak Fahrettin Kerim Gökay'ın dile getirdiği rivayet edilir. 1974 yılındaki bir yazısında Mümtaz Soysal da bundan yakındı ancak Cumhuriyet gazetesi Tek Parti dönemine duyulan özlemi gündeme getirmek için aralıklarla günümüze kadar "Halk sahilleri doldurdu, vatandaş denize giremiyor" manşetini atmaya devam etti.
2024 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanı Hatay'ı ziyaret ettiğinde şehrin zenginlerinden biri kendisine devletten alacağını alamadığını ifade ederken, "Ben AK Parti üyesiyim. Bana bu yapılıyorsa vatandaşa neler yapılıyordur." dedi.
Vatandaş yerine AKP'li olmanın vergi vermemek ya da insan öldürmenin de içinde olduğu bir dizi suçtan sorumlu tutulmamak gibi ayrıcalıkları var. Yolsuzlukları yargılanmıyor, adi suçlardan tutuklanmıyorlar. İlber Ortaylı yıllar önce bana bu kitlenin köy değil kasaba sosyolojisi olduğunu söylemişti, birkaç yerde bunu yazdı da yanlış hatırlamıyorsam. Tabii ki bu sosyolojinin siyasette yükselmesinin geçmişi 20 yıllık değil. "Zübük" ve "Hasip ile Nasip" gibi Yeşilçam filimleri bu konuyu çok güzel işliyor. Görüştüğüm yönetmen ve yapımcılardan öğrendiğim kadarıyla günümüzde böyle filimler dağıtılamayacağı için çekilemiyor hatta eskilerin de televizyonlarda gösterilmesi engelleniyor. Kasaba sosyolojisi 80 yıldır siyaset yapıyor ama mülakat sistemiyle devlette de kadrolaşıp tam anlamıyla iktidar olması, AKP ile gerçekleşti.
Bu sosyolojinin en belirgin özelliği ahlaki zaafları. Hayali bir örnekle açıklamak istediğim bir kavram var: Bir partinin spor bakanı, kadın milli voleybol takımının oyuncularını baştan çıkarmak için onları gece kulübüne götürmekte sakınca görmüyorsa fakat aynı partinin ulaştırma bakanı da şort giydikleri için bu kadınların okyanus ötesi uçak yolculuklarını ekonomi sınıfı koltuklarda cenin pozisyonunda yapmalarını uygun görüyorsa, buna içsel sekülerleşme denir. AKP'liler içsel sekülerleşme yaşayarak dini dönüştürdüler, biçimciliğe indirgediler. Namaz kılmanın ve hacca gitmenin günahları sildiğine inanıyorlar. Cemaatleşerek dayanışma içine giriyorlar ve cemaat üyeleri için her şeyin mubah olduğunu savunuyorlar. Kendi cemaatlerinden olmayanların da mallarını ve kadınlarını hakları olarak görüyorlar. Görgüsüzler. Alt kademede imamından parti çalışanına kadar hepsi, yaptıkları grup seksten çektikleri kokaine kadar her şeyi telefonla kaydediyorlar. Üst kademede milletvekilinden belediye başkanına kadar hepsi, yedikleri ıstakozdan gittikleri tatile kadar her şeyi sosyal medyada paylaşıp insanlara sergiliyorlar.
Yolsuzluk meselesine bir parantez açmak istiyorum. Türkiye'de yolsuzluğun tarihi Cumhuriyetin ilanıyla başlar. Yani hep vardı, kesintisiz olarak günümüze geldi. Milli Mücadele sırasında savaşan askerlerin anılarını okuduğunuz zaman ordunun ihalelerini alıp çürük çarık ne varsa askere satan CHP'li vekillerden şikâyet ettiklerini görürsünüz. Bütün iktidarlar sırasında bu düzen devam etti. Fakat eskiden bu işler şöyle yapılırdı: Bir müteahhide falanca işi kaça yapacağı sorulurdu. Müteahhidin verdiği fiyata yüzde on-on beş eklemesi söylenirdi. Müteahhit ihaleyi aldığında ona hemen bir ön ödeme çıkarılırdı ve idarenin komisyonu olan yüzde on-on beşlik parayı iş adamı bankadan çekip elden siyasetçilere verirdi. AKP döneminde bu düzen değişti. Müteahhide, işin karşılığında istediği paranın dört-beş katı ödeniyor. Bu durumda artık siyasetçiler değil müteahhitler komisyon alıyor gibi. Dönen paraların miktarı bankadan çekip elden verilemeyecek tutarlara geldiği için müteahhitler AKP'nin kasası haline geldi. Siyasetçilerin ve bürokratların tüm masraflarını karşılıyorlar. Zaman zaman bu müteahhitler parayı yurt dışına kaçırıp partiye kazık atabiliyor. Bir anda muhalefete geçiyorlar, onların medyasını desteklemeye başlıyorlar.
CHP'nin hükümete eleştirilerinin büyük bir bölümü, aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un RAND Corporation raporlarında yer alan istekleri. Örneğin PKK'nın kendisi için tehdit olarak gördüğü gece bekçiliği kurumu ya da örgüte büyük darbe vuran iha'lar hem CHP'nin hem de Pentagon'un hedef tahtasında. CHP; Amerikan mandası ve Kürdistan istemesi, Türk Cumhuriyetlerinden "Orta Asya Diktatörlükleri" diye söz etmesi, Libya'da Yunanistan'ı ve Fransa'yı desteklemesi, Mavi Vatan tezine "işgal" demesi, sınır ötesi terör operasyonlarına ret oyu vermesi, LGBT propagandası yapması, cezaevindeki Fethullahçı teröristlere tahliye etmenin ötesine geçip devletteki görevlerine geri getirmeyi vadetmesi gibi pek çok nedenden dolayı genel seçimlerde oy alamıyor. Terör operasyonlarından "savaş suçu", "Kürt katliamı" diye bahsediyorlar. Tutuklanan PKK militanlarını dünyaya, muhalif olduğu için hapis yatan gazeteciler olarak sunuyorlar. Özetle parti eski genel başkanı merhum Deniz Baykal'a yapılan CIA operasyonundan sonra devletin sigortası olmaktan çıktı, bir istihbarat aracına dönüştü. CHP'lilerin ahlak olarak da Türkiye'deki diğer partilerden bir farkları yok, yalnızca yaptıklarına kılıf olarak din yerine Atatürk'ü kullanıyorlar. Geçenlerde arabasında kaçak sigara yakalatan bir CHP milletvekili her şeyi Atatürk için yaptığını açıkladı. Yıllar önce, yolsuzluğu ortaya çıkan Türk Hava Kurumu yöneticileri de yargılanırlarsa Türkiye'ye şeriatın geleceğini söylemişti. Sağda solda insanlarla konuşuyorum. CHP'ye oy vermemelerinin bir de ekonomik gerekçesi var; kabaca "Bunlar yıllardır aç, gelirlerse daha çok çalacaklar" diyorlar.
Amerikan mandası ve Kürdistan ile yolsuzluk arasında sıkıştık. Devletin kasası boş olduğu için dış politikada sesimiz çıkmıyor, Doğu Akdeniz'i taraması için alınan sismik gemiler Boğaz turu yapıyor. Yunan sahil güvenlik botları kara sularımızı ihlal edip Türk balıkçılara ateş etmeyi geçti, askerler sahile yanaşıp karaya çıkıyor. Babamın Mavi Akım'a olan borcunu o öldükten sonra ben ödedim. Benim yap işlet devret projelerine olan borcumu da ölümümden sonra çocuğum ödemeye devam edecek. Yani Tarzan zor durumda.
Birinci Dünya Savaşı, sanayileşen bazı ülkelerin sömürgecilikten payını alamaması yüzünden çıktı. Savaşın sonunda ABD; Kıta Avrupasında sultandı, çardı, kayzerdi, arşidüktü derken bütün monarşileri tasfiye etti. Böylece ülkelerin kendisine pazar olacağını düşünüyordu. Amerikalı gazeteci Mister Brown, Milli Mücadele sırasında Türk generallerine Ermenistan'ın kurulması ve Amerikan mandasının kabulü karşılığında Amerikan sermayesini getirmeyi teklif ediyordu. İkinci savaştan sonra da Amerika, Marshall yardımını ekonomisi çöken bu ülkeleri yeniden pazar haline getirebilmek için yaptı. Dünyadaki sistem herkesin ama az ama çok birbirine bir şeyler satıp yine birbirinden bir şeyler almasıyla ayakta duruyor. Büyük bir pazar olan Türkiye'deki yolsuzluğu yani bu kadar büyük bir paranın bu kadar küçük bir zümrede toplanmasını yalnızca Türk milleti değil, dünya ekonomisi de kaldıramaz. Uluslararası sermaye sahipleri, hele iş gücünün ucuz olduğu bir ülkeye yatırım yapmak ister. Fakat Türk yargısındaki rüşvet çarkı herkesi korkutuyor. AKP'lilerse değil parayı geri vermek, vergisini ödemeyi bile kabul etmiyorlar. Türkiye'nin varlığı Kuzeyi ve Güneyi için çok önemli, çökmesine kimse izin vermez. Eğer AKP bu yoldan dönmezse, uluslararası sistem bir biçimde müdahale edecektir. Daha da korkuncu; Mister Brown'ın yüz yıl önceki teklifi, Ermenistan'ın Kürdistan'a dönüştürülmüş biçimiyle CHP seçmeni arasında zemin bulmaya başladı. İnsanların bir kısmı Türkiye'den umudunu kesti, bundan daha kötüsü olmaz diye düşünüyorlar. Yolunu bulan da ülkeyi terk ediyor.
Yazar'a ait Diğer Yazılar
Alper Çeker
Alper Çeker 1972 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Osmanlıca'dan çeviriyazı ve sadeleştirmeler, Rusça ve İngilizce'den çeviriler yaptı. Telif eserleri arasında Gece Şehre Dedi ki, Reziller, Kurt Cobain ve Seatle Olayı, Devrana Girip Seyran Edelim ve Kan Kardeşi Tarantino vardır.