Güç ve Kontrol Aracı Olarak Alevler: Kitap Yakmanın Tarihi
Kitap yakmak; ideolojik, siyâsî ve dinî anlamlarla yüklü bir fiil olup, tarih boyunca farklı medeniyetlerde kendini göstermiş ve insanlığın kolektif bilincinde kalıcı bir tahribat yaratmıştır. Kökleri, hükümdarların ve rejimlerin güç ve kontrol aracı olarak alevleri kullandıkları Antikçağ'a kadar uzanmaktadır.
Kitap yakılmasının ilk örneklerinden birisi, Antikçağ'da Çin'in Qin Hanedanının kurucusu acımasız İmparator Qin Shi Huang (hük. 221-210) tarafından verilen kitap yakma emridir. Tarihçi Sima Qian'ın Shiji yapıtında bu konuya etraflıca yer vermiştir:
"İlk İmparator onların yorumlarını başvezire iletmiş, başvezir de onun tavsiyelerini yanlış bulmuş ve açıklamalarını reddetmiştir. Bu doğrultuda şöyle bir bildiri sundu:
"Kadim dönemde göğün altındaki her şey bölünmüş ve kaos içindeydi ve hiç kimse diğerlerine birlik getiremiyordu ve bu nedenle (feodal) beyler birlikte hareket ettiler. Hepsi de konuşmalarında geçmişten bahsederek şimdiki zamana zarar verdiler ve gerçeği karıştırmak için boş laflar ettiler. İnsanlar, üstlerinin koyduklarını reddetmek için özel olarak öğrendiklerini onayladılar. Şimdi Majesteleri göğün altındaki her şeyi birleştirdi ve ele geçirdi. Beyazı siyahtan ayırdınız ve tek bir övgü odağı belirlediniz. Ancak özel olarak eğitim görenler, yasa ve öğretiler tarafından ortaya konan düzenlemeleri reddetmek için birbirleriyle işbirliği yaparlar; ve yayınlanan emirleri duyduklarında, her biri kendi özel çalışmalarına uygun olarak onları eleştirir. İçeride bunları zihinsel olarak reddederler, dışarıda ise eleştirilerini sokaklarda yaparlar. Hükümdarlarını reddetmeyi bir şöhret kaynağı olarak görürler, anlaşmazlığı asil olarak kabul ederler ve tüm alt emirleri iftira uydurmaya teşvik ederler. Bu tür şeyler yasaklanmazsa, yukarıda hükümdarın gücü azalacak ve aşağıda hizipler oluşacaktır. Bunu yasaklamak uygun olacaktır.
"Hizmetkârınız, Şarkılar, Belgeler ve yüz okulun sözleri gibi literatüre sahip olan herkesin ceza almadan bunlardan kurtulmasını talep ediyor. Emir kendilerine ulaştıktan tam otuz gün sonra bunlardan kurtulmamışlarsa, damgalanmalı ve duvarlarda zorunlu çalışmaya gönderilmelidirler. Tıp, eczacılık, kaplumbağa kabuğu ve binyaprak ile kehanet, ekin ekme ve ağaç dikme ile ilgili kitaplar için muafiyet olmalıdır. Okumak isteyenler varsa, hukuk memurlarını kendilerine öğretmen olarak alsınlar.
"Onun önerilerini onaylayan Birinci İmparator, insanları aptallaştırmak ve göğün altındaki her yerde geçmişi kullanarak şimdiki zamanın reddedilmemesini sağlamak için Şarkıları, Belgeleri ve yüz okulun sözlerini toplayıp ortadan kaldırdı."1″
Sima Qian'ın pasajında en dikkat çeken ifade, "geçmişi kullanarak şimdiki zamanın reddedilmemesini sağlamak" şeklindeki gerekçedir. İktidarın asıl kaygısı, geçmişin bir direnç noktası olarak işlev göstermesinin önüne geçmektir.
Kitap yakmanın bir diğer örneği, Büyük İskender'in (M.Ö. 356-323) Persepolis'teki kraliyet sarayını yakmak suretiyle Pers İmparatorluğu'nun yıllıklarını imha etmesinde görmekteyiz. Bu olayın kaynağı olan Romalı tarihçi Quintus Curtius Rufus (M.S. I. yy.), hadiseyi şu şekilde aktarır:
"Thais, şayet İskender Pers sarayını yakma emrini verirse, tüm Yunanlıların en derin minnettarlığını kazanacağını ilan ettiğinde, en az diğerleri kadar sarhoştu. Perslerin şehirlerini yerle bir ettiği insanların beklentisi de buydu. Sarhoş fahişe son derece önemli bir konuda görüş bildirirken, içkinin etkisinde olan bir iki kişi de ona katıldı. Kral da onaylamakta çok hevesliydi. ‘O zaman neden Yunanistan'ın intikamını almıyoruz ve şehri ateşe vermiyoruz?' diye sordu. Hepsi şarapla coşmuştu ve silah altındayken bağışladıkları bir şehri yakmak için sarhoş bir şekilde ayağa kalktılar. İskender önden giderek sarayı ateşe verdi, onu içki içen arkadaşları, hizmetkârları ve fahişeler izledi. Sarayın büyük bölümleri sedir ağacından yapılmıştı, bu yüzden hızla alev aldılar ve yangını geniş bir alana yaydılar. Şehirden çok uzak olmayan bir yerde kamp kurmuş olan ordu yangını gördü. Bunun bir kaza olduğunu düşünerek yardıma koştular. Ama sarayın revakına vardıklarında krallarının hâlâ odun yığmakta olduğunu gördüler; bunun üzerine yanlarında getirdiklerini bırakıp ateşe kendileri kuru odun atmaya başladılar. Tüm Doğu'ya hükmeden sarayın sonu böyle oldu." 2″
Antik Roma'da kitap yakma pratiklerini tetkik eden Dirk Rohmann, bu pratiklerin M.Ö. 213 yılı ile M.S. II. yüzyıl arasında mevcut olduğunu, Yunan edebî geleneklerinin Cumhuriyetçi Roma'da olumsuz göründüğünü, kitap yakma pratiklerinin dini metinlerle sınırlı olduğunu belirtmiştir. 3″
Antik dünyadaki en büyük kütüphane yakma hadisesi, İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılması olarak bilinmektedir. Ancak İskenderiye Kütüphanesi'nin nasıl yok olduğuna dair birçok anlatı mevcuttur. Antik gelenekte Romalı asker ve devlet adamı Gaius Iulius Caesar'ı (M.Ö. 100-44) İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılmasından sorumlu tutan bir yazınsal gelenek bulunduğu gibi, yine Batı literatüründe, İskenderiye Kütüphanesi'ni Müslümanların yaktığına dair bir rivayet de mevcuttur. Fransız filozof Jean Jacques Rousseau dahi, Discours sur les sciences et les arts [İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk] başlıklı yapıtında, kendi dönemine kadar gelmiş olan bu rivayete yer verir:
"Bir rivayete göre Halife Ömer İskenderiye kütüphanesinin ne yapılacağını soranlara şöyle cevap vermiş: ‘Bu kütüphanedeki kitaplarda Kuran'a aykırı şeyler varsa kötü kitaplardır: yakılmaları icabeder. Onlar da Kuran'ın söylediklerini söylüyorlarsa yine yakılsınlar; çünkü Kuran varken onlara lüzum yoktur.' Bilginlerimiz bu düşünceyi mantıksızlığın son haddi diye gösterirler. Halbuki Ömer'in yerine büyük Greguvar'ı, Kuran'ın yerine de İncil'i koyun: kütüphane yine yakılabilirdi ve belki de ünlü Papa'nın hayatında yaptığı en iyi iş olurdu." 4″
Konuyu teferruatlı şekilde ele alan İngiliz tarihçi Alfred Joshua Butler, The Arab Conquest of Egypt and the Last Thirty Years of the Roman Dominion [Mısır'ın Araplar Tarafından Fethi ve Roma Hakimiyetinin Son Otuz Yılı] başlıklı yapıtının The Library of Alexandria [İskenderiye Kütüphanesi] başlıklı XXV. bölümünde, Hz. Ömer'e ait bu rivayetin kaynağının Gregorius Bar Hebraeus olarak da bilinen Süryani tarihçi Abû'l Farac (1226-1286) olduğunu saptamıştır. 5″ Daha sonra bu rivayete Abû'l Fidâ (1273-1331) ve Makrîzî'nin (1364-1442) yapıtlarında yer verdiğine dikkat çeker. 6″ İskenderiye'de bu tarihte kütüphanenin bulunduğu sorgulayan Butler, İskenderiye Kütüphanesi'nin akıbetini de eleştirel bir şekilde tetkik etmiştir:
"Kütüphanenin kendisinin o dönemde var olup olmadığı sorusu hem daha ilginç hem de çözümü daha zordur. En eski ve en ünlü Kütüphane, bilindiği gibi Bruchion mahallesindeydi. Dünya edebiyatının bu geniş koleksiyonunu kurma fikri Ptolemaios Soter'den geldiyse ve Kütüphane'yi gerçekten o kurduysa, halefi Philadelphus tarafından tamamen donatılmış ve düzenlenmiştir. Müze olarak bilinen görkemli binalar grubunun bir parçası gibi görünmektedir. Strabon'un söylediğine göre Müze, kentin tüm alanının dörtte birini kaplayacak kadar geniş olan kraliyet saraylarına bitişikti. Etrafında bir sütun dizisi bulunan büyük bir merkezi salon ve revaklı avlulardan oluşuyordu. Bunlar Tıp, Anatomi ve Cerrahi, Matematik ve Astronomi, Hukuk ve Felsefe Okulları gibi diğer binalarla iletişim halindeydi: ayrıca bir botanik bahçesi ve bir gözlemevinin bulunduğu bir park da eklenmişti - işte büyük bir üniversitenin tüm bölümleri! Müze binalarının yapısal düzeninin tam olarak nasıl olduğu ve Kütüphane'nin tam olarak nerede yer aldığı belirlenememiştir; hatta Müze'nin yeri konusunda bile herhangi bir fikir birliği yoktur. Strabon, bazı antik yazarların iddia ettiği gibi, ziyaretinden birkaç yıl önce, M.Ö. 48 yılındaki yangında yok olup olmadığı sorusunu kanıtlarıyla çözebilecekken, Kütüphane konusunda kışkırtıcı bir şekilde sessiz kalmıştır. Caesar o sırada Achillas komutasındaki Mısırlılar tarafından Bruchion bölgesinde kuşatılmıştı ve liman gemilerini ateşe vermişti: Yangının yayıldığı ve Kütüphaneyi tamamen yok ettiği iddia edilir. Caesar'ın kendisi - eğer anlatıyı o yazdıysa - böyle bir felakete dair hiçbir ipucu vermez; aksine, İskenderiye'nin pratikte yangına dayanıklı olduğunu, çünkü mimarların ahşap kullanmadığını, binalarını tonozlu alt yapılar üzerinde yükselttiklerini ve üzerlerini taş ya da betonla kapladıklarını belirtir. Eğer yazar Kütüphanenin yakılışına şahit olduğu ve buna sebep olduğu gerçeğini gizliyor olsaydı, böyle bir açıklama kasıtlı olarak yanıltıcı olurdu. Caesar'ı bu suçlamadan ne mahkûm etmek ne de temize çıkarmak zordur. Plutarkhos'un bu konuda hiçbir şüphesi yoktur: ‘Donanması düşmanın eline geçerken, tehlikeyi ateşle püskürtmek zorunda kaldı: bu ateş tersanelerden yayıldı ve büyük Kütüphaneyi yok etti. Seneca bu hikâyeye açıkça inanmıştır: ‘İskenderiye'de dört yüz bin kitap yakıldı.' Dion Cassius'un kullandığı dil ise oldukça tuhaftır: ‘Yangın çok büyüktü; tersane ve diğer pek çok şeyin yanı sıra, mısır depoları ve kitap depoları da yok oldu; ve söylendiğine göre bu kitaplar çok sayıda ve çok değerliydi'. Ancak dördüncü yüzyıldaki geleneğin ne olduğuna dair hiçbir şüphe yoktur. Ammianus Marcellinus'un sözleri yeterince açıktır; İskenderiye'nin ‘Caesar'ın şehri harap ettiği İskenderiye savaşında 700.000 cilt olduğu konusunda antik yazarların hemfikir olduğu paha biçilmez kütüphanelerinden' bahseder. Orosius bu anlatıma yakından katılır: ‘Savaş sırasında, kıyıya çekilmiş olan kraliyet filosunun ateşe verilmesi emredildi. Yangın şehrin bir kısmına yayıldı ve bitişikteki bir binada depolanmış olan 400.000 kitabı yaktı. Dehanın eserlerinden oluşan bu geniş ve görkemli koleksiyonu meydana getiren atalarımızın edebi faaliyetlerinin o muhteşem kaydı da böylece yok oldu. Genel olarak bakıldığında, Kütüphanenin Caesar'ın yangınında yok olduğuna inanmak, inanmamaktan daha doğal görünmektedir. Ptolemaiosların aralıksız özeniyle bir araya getirilen eserler yangınla yok olmuştur.
"Ancak Caesar'ın bu macerasından yedi ya da sekiz yıl sonra, Bergama Krallarının kütüphanesi Marcus Antonius tarafından İskenderiye'ye gönderildi. Müzenin hâlâ böyle bir koleksiyona ev sahipliği yapıp yapmadığı ya da bu ciltlerin daha sonraki Serapeum Kütüphanesi'nin temelini oluşturup oluşturmadığı, akademisyenleri meşgul eden bir sorudur. Bence her iki alternatifin de doğru olması çok olasıdır. Büyük Caesarion tapınağının Kleopatra tarafından Julius Caesar onuruna başlatıldığını ve Augustus tarafından tamamlandığını ve kütüphanelerinin en görkemli süslemeleri arasında anıldığını daha önce görmüştük. Müze Kütüphanesi yok olduysa, Bergama koleksiyonuna ya da bir kısmına Caesarion'da yer açıldığını, geri kalanının ise belki de Serapeum'a gittiğini düşünmekten daha doğal bir şey olamaz."
"Her ne olursa olsun, iki şey oldukça kesindir; Müze binalarının bir kısmı, M.S. 216 yılında şehri kana bulayan, tiyatroları kapatan ve Müze'deki syssitia ya da Ortak Salon'u bastıran Caracalla'nın zamanına kadar kullanımda kalmıştır; ve Hıristiyanlık döneminin başlarında bir tarihte, yok olan Müze Kütüphanesi'nin yerine, akropoldeki Serapeum'da başka bir büyük Kütüphane kurulmuştur. Müze binalarının, Firmus'un isyanı nedeniyle İskenderiyelileri cezalandırmak için Bruchion mahallesinde tahribat yaptığı 273 yılında Aurelianus tarafından yerle bir edildiği söylenir; Müze üyeleri ya da dostları daha sonra ya deniz yoluyla kaçmış ya da Serapeum'a sığınmışlardır. Serapeum Kütüphanesi'ne ‘Küçük Kütüphane' ya da ‘Kız Evlat Kütüphanesi' deniyordu, ancak Ana Kütüphane'nin sonu ya da Kız Evlat Kütüphanesi'nin başlangıcı için bir tarih belirlemek mümkün değildir, ancak ikincisinin Ptolemaios Philadelphus tarafından kurulduğu söylenir. Bu soru çok da önemli değildir. Dördüncü yüzyılda büyük kütüphanenin yok olduğunu ve küçük kütüphanenin bir süre önce kurulduğunu biliyoruz."
"Daha sonra Serapeum'da eski eğitimin tüm gelenekleri sürdürüldü; büyük kitap koleksiyonuyla Üniversite kuruldu; ve Aristoteles'in adının Müze'de başlayan İskenderiye eğitimiyle olan ilişkisi Serapeum'da kesintisiz olarak devam etti. Başka bir deyişle, İskenderiye'yi dünya kültürünün merkezi haline getiren felsefi ve bilimsel çalışma kursları hâlâ devam ediyordu; sadece öğrenim merkezi Müze'den Serapeum'a taşınmıştı.
"Ancak dördüncü yüzyılın sonlarına doğru Serapeum, Theophilus yönetimindeki Hıristiyanlar tarafından yok edilmeye mahkûm edildi. Daha önce 366 yılında Caesarion'un şiddetli bir dini çekişme sırasında harap edildiğini ve yağmalandığını görmüştük; bu çekişmede Caesarion kütüphanesinin yok olduğunu düşünmek için çok fazla neden vardır. Hıristiyanlık güçlendikçe, paganizmle olan savaş daha da şiddetlendi. Serapeum doğal olarak paganların kampı ve kalesi olarak hizmet verdi; ve bir süre için konumun kendilerine sağladığı avantajı kenti basmak ve Hıristiyanların en gayretlilerini katletmek için kullandılar. Akropolis kuşatıldı; ancak meseleler son tahkime kadar zorlanmadan önce İmparator'un kararının alınması kararlaştırıldı. Theodosius'un fermanı tamamen Hıristiyanlar lehine ilan edildi. Ferman, Serapeum'un avlusunda çekişen taraflar arasında yüksek sesle okundu; eski Mısır putlarına tapanlar kaçarken, Hıristiyan piskoposları Theophilus'un yönetiminde büyük Serapis tapınağını söküp yıktılar. Bu olay 391 yılında gerçekleşmiştir ve bu gerçek tartışmasızdır." 7″
Butler, İskenderiye Kütüphanesi'nin tarihi akıbetiyle ilgili süreci kaynakları eleştirel bir süzgeçten geçirmek suretiyle tetkik etmiş ve Hz. Ömer'e atfedilen rivayetin asılsızlığını ortaya koymuştur.
Ortaçağ'da bu tür bir duruma benzer bir örnek, Moğolların Bağdat'ı ele geçirdiğinde Bağdat Kütüphanesi'nin de yakılması iddiasıdır. Acaba bu dönemde, Abbasilerin altın çağındaki Bağdat Kütüphanesi halen ayakta mıydı? Nitekim İslam tarihçisi Ramazan Şeşen'in tespitlerine göre, Moğollara karşı peşin fikirli olan bazı tarihçilere göre şehirde taş üstünde taş bırakılmadığı, Dicle'de kan ve mürekkep aktığı, İslam medeniyetinin yediği büyük darbeden belini doğrultamadığı yönündeki abartılı ifadeler hakikate uygun değildir. Zira Hülâgû Han'ın ele geçirdiği Bağdat daha önce defalarca yağmalanmış bir şehirdi:
"Zannedildiği gibi Bağdat mamur bir şehir değildi. Bağdat defalarca yağmalanmıştı. Şehir mutaassıp yarı cahillerle doluydu. Defalarca ifade ettiğimiz gibi, Abdülkâdir el-Gilânî'nin oğlu Abdüsselam ulum el-evâil ile uğraştığı için hapse atılmış, kitapları Bağdat'ta meydanda yeni yakılmıştı. Aynı sıralarda 1182-1183 yıllarında bölgeye gelen, Bağdat'ı ziyaret eden İbn Cübeyr şehrin çoğunun harabe olduğunu söyler. Zannedildiği gibi Bağdat'ta önemli bir kütüphane yoktu. En büyük kütüphane Mustansırıye Medresesi kütüphanesiydi. 10.000 cilt kitaba sahipti. Kahire'de Fadıliyye Medresesi'nde 100.000 cilt kitap bulunuyordu. Bağdat önemini çoktan kaybetmişti. Kahire onu geçmişti. Ayrıca, Moğollar gittikleri yerlerdeki önemli bilim, sanat eserlerini korudular. Buralardan topladıkları kitaplarla Merağa'da 400.000 ciltlik büyük bir kütüphane kurdular. Bunda Alâeddin el-Cüveynî ile Nasıreddin el-Tûsî'nin hizmeti büyük oldu. Şunu da unutmamak gerekir ki Moğolların yaptıkları iyi ve kötü şeylerin önemli bir kısmı hizmetlerinde çalışan Müslüman bürokratların eseridir. Birçok önemli hizmetlerin yapılmasında Nasıreddin el-Tûsî, Alâeddin el-Cüveynî, Reşideddin Fazlullah'ın katkıları büyüktür." 8″
İskenderiye ve Bağdat kütüphanelerine dair rivayetler bir yana bırakılırsa, Ortaçağ Avrupası'nda kitap yakma pratiğinin son derece yaygınlaştığı görülmektedir. Katolik Kilisesi'nin Avrupa'daki otoritesinin yükselişi, sapkınlığı ortadan kaldırmayı ve doktrinel uygunluğu zorlamayı amaçlayan engizisyonların ve haçlı seferlerinin uygulanmasına tanık oldu. Katarlara karşı yapılan akınlar neticesinde birçok kitap yakılarak imha edilmiştir. İspanya'nın "Reconquista" kutlamaları için Ximenes de Cisneros'un emri ile binlerce Arapça elyazması metin yakıldığı gibi, yüzyıllar boyunca süren İspanyol Engizisyonu, sapkın olduğu düşünülen metinlerin sistematik olarak yakılmasına ve dini ortodoksluğa meydan okumaya cüret eden bireylerin zulme uğramasına tanıklık etmiştir. Amerika'nın keşfi sonrasında Azteklere ve Mayalara ait metinlerin yakılması da bir tür kültürel kırım örneği teşkil etmiştir. Benzer şekilde, Protestan Reformu bir ikonoklazm ve ideolojik savaş dalgası başlatmış, hem Katolikler hem de Protestanlar hakimiyetlerini kanıtlamak ve muhalif sesleri bastırmak için rakip dini metinleri yakmaya girişmişlerdir.
Aydınlanma döneminde ifade özgürlüğü ve entelektüel özgürlük ideallerine doğru bir gelişme yaşanmıştır. Ancak kitap yakma, hükümetler ve dini kurumlar tarafından yıkıcı veya statüko için tehlikeli görülen fikirleri bastırmak için kullanılan bir sansür biçimi olarak varlığını sürdürmüştür. Voltaire ve Rousseau gibi filozofların eserlerinin yakılması, ifade özgürlüğü ile otorite arasındaki bu gerilime işaret etmektedir.
20. yüzyıl, bilhassa Nazi Almanyası'nda en kötü şöhretli kitap yakma örneklerinden bazılarına tanıklık etmiştir. Naziler 1933'te yıkıcı veya yozlaşmış olduğu düşünülen, "Alman olmayan" edebiyatı hedef alan geniş çaplı kitap yakma eylemleri düzenlemiştir. Fiziksel metinlerin yok edilmesinin ötesinde, kitap yakma fiili çoğu zaman sembolik bir anlam taşıyordu. Muhalifleri sindirmek, korku aşılamak ve iktidardaki rejimin gücünü göstermek için halka açık bir gösteri işlevi görüyordu. Kitapların yakılması, ideolojik kontrolün ve entelektüel özgürlüğün bastırılmasının somut bir tezahürüydü.
Günümüzde de bu zihniyet, Kuzey Avrupa'da Kuran-ı Kerim yakılması ile kendisini göstermektedir. Dinsel kökleri Ortaçağ Avrupası'nda, ideolojik kökenleri ise Aryan-ırkçı ideolojide bulunan bu olgu, aslında Batı'nın tüm demokratik kurumlarına ve düzenlemelerine rağmen, kollektif bilinçdışındaki öteki imajının ne denli canlı olduğunun ve kitaba karşı işlenen cürümlerin ötekileştirilen kitlelere de yönelme riski bulunduğunun kaygı verici bir göstergesidir.
1″Sima Qian, The First Emperor Selections from the Historical Records, translated with an Introduction and Notes by Raymond Dawson, preface by K. E. Brashier, Oxford: Oxford University Press, 2007, s. 28-29.
2″ Quintus Curtius Rufus, Historiarum Alexandri Magni Macedonis Libri Qui Supersunt, V. 6. 1-7.
3″ Dirk Rohmann, "Book Burning as Conflict Management in the Roman Empire (213 BCE - 200 CE)", Ancient Society, Vol. XLIII (2013), s. 115-149.
4″ Jean-Jacques Rousseau, İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk, çev. Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi, 1989, s. 43 dn. 1.
5″ Alfred J. Butler, The Arab Conquest of Egypt and the Last Thirty Years of the Roman Dominion, Oxford: Clarendon Press, 1998, s. 401.
6″ Butler, s. 402.
7″ Butler, s. 406-413.
8″ Ramazan Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı (İSAR), 2012, s. 518-519. Ayrıca aynı yapıtta, İlhanlılar devrindeki "İlim ve Edebiyat" (s. 524-525), Matematik-Astronomi" (s. 525-526), Esîreddin el-Ebherî (s. 526-527), Nasîreddin el-Tûsi (s. 527), el-Kâtîbî el-Kazvînî (s. 527-528), Kutbeddin el-Şîrâzî (s. 528-529), İbn Mutahher el-Hıllî (s. 529-530), Sanat (531-532) bölümlerine bakıldığında, bu dönemde yaşanan kültürel gelişmelerin nesnel bir yöntemle tetkik edildiği görülmektedir.
Yazar'a ait Diğer Yazılar
Dr. Tolga Ersoy
1980 yılında İstanbul'un Şişli ilçesinde doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün Kültürel İncelemeler yüksek lisans programını 2009 yılında "Prokopios'un Yapıtlarında Perslerin Temsili" başlıklı tezi ile tamamladı. Robert Drews'un "Tunç Çağı'nın Sonu: Askeri Değişim ve Antik Akdeniz'de Çöküş" adlı yapıtını Gürkan Ergin ile birlikte çevirdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün Ortaçağ Tarihi doktora programını "Antikçağ ve Ortaçağ Filolojik Kaynaklarında Avrupa Hunlarının Temsili" başlıklı tezi ile tamamladı. Akademik çalışmalarını sürdürmekte ve serbest avukatlık yapmaktadır.