Söyleşi

İşi gücü aşk olan kadın, beni müthiş derecede sıkıyor.

   Elif Hamitoğlu       Mayıs 2024

İşi gücü aşk olan kadın, beni müthiş derecede sıkıyor.

İşi gücü aşk olan kadın, beni müthiş derecede sıkıyor.  

Bihter, ilk romanın Şüpheli Şeylerin Keşfi 2022 yılında yayımlandı ve basında kendine oldukça fazla yer buldu. Geçtiğimiz aylarda da seni Posta Kitap‘ın kapağında gördük. Romanın başarılı bir parkur çizmişe benziyor. Sen de bize biraz kendinden bahseder misin, hep yazarlık ile mi meşguldün?

Evet ama kurgu yazarlığı, daha doğrusu yazdığım bir kurgunun basılması görece yeni diyebilirim. 

Çok küçük yaştan beri yazıyorum, lisede, belki de ortaokulda başlayan bir süreç bu. Üniversitede İngiliz Edebiyatı okumayı seçtim ve devamında Sorbonne Üniversite'sinde yine edebiyat alanında master yaptım. Sanata da ayrı bir tutku beslediğim için master'ın sonrasında Paris'teki Louvre Müzesi'ne bağlı bir sanat okulu olan Ecole du Louvre'da Çağdaş ve Klasik Sanat, Bizans ikonografisi, Antik Yunan Epigrafisi, Hiyeroglif çözümlemesi ve Eski Mısır sanatı gibi farklı konularda eğitim gördüm. Aica üyesi bir sanat eleştirmeniyim, dolayısıyla yıllardır sanat üzerine  incelemeler, denemeler yayımlıyorum. Fakat kurgusal ilk metnim, ilk romanım, söylediğin gibi 2022'de yayımlandı.

Şüpheli Şeylerin Keşfi‘ni okurken sanat ve tarihin içinde kayboluyoruz. Kitabını yazarken aldığın eğitim seni ne kadar etkiledi?

Özellikle Bizans sanatı eğitimi almak benim için bir dönüm noktası oldu. Hatta o kadar ki romanın ana teması, yani bir adamın intihar etmek için kendine İstanbul'da Bizans dönemine ait bir yer araması fikri daha 2010larda bu eğitimler sırasında aklıma düştü. En büyük obsesyonum Bizans, diğer obsesyonum intiharla birleşince bu fikir beni çok heyecanlandırdı. On yıl boyunca bu senaryoyu yanımda gezdirdim, olay örgüsünü, karakterleri zihnimde kurup durdum. Kâğıda dökerken de bazı sahneler zihnimde tablolar biçiminde canlandı. Ayla ve Edhem'in kavga sahnesinde Caravaggio'nun Judith tablosunu düşündüm örneğin. Ayla'nın kızgınlığını Holofernes'in kafasını kesen Judith'in sakin öfkesine benzettim ve söz konusu sahneyi de kıyafetleriyle, arka planıyla, duygusuyla o şekilde tasvir ettim.

Klasik sorulardan biri ama yazarken bir ritüelin var mı? Başucu kitapların var mı?

Ritüelim ki buna ritüel denemez muhtemelen, yalnız olmak ve derin ortamda derin bir sessizliğin hüküm sürmesi. En ufak bir canlı odada benimle bulunduğunda yazamıyorum. Başka bir ihtiyacım olmuyor. Başucu kitaplarım var ama değişiyorlar. Bu ara Antik Yunanca öğrendiğim için Athenaze metodu başucumda. Sürekli açıp fiil çekimi ezberliyorum. John Milton'ın Paradise Lost‘u üniversite yıllarımın beni en çok etkileyen yapıtı. Ona sürekli göz gezdiriyorum, herhangi bir yerinden açıp konuya dalmak mümkün, kozmik meseleleri, şeytanı, melekleri, evreni, yaratılışı ele alan bir destan olduğu için yabancılık çekmek mümkün olmuyor.    

Son dönemde okuduğun ve etkilendiğin kitap var mı?

Melisa Kezmez'in Küçük Yuvarlak Taşlar'ı beni çok etkiledi. Tabii Şule Gürbüz'ün Kıyamet Emeklisi. Bir de Vita Sackville-West ve Virginia Woolf'un mektuplaşmaları. Hatta sanatçı Çınar Eslek ile o konuda bir proje oluşturuyoruz şu aralar.

Bir kadın yazar olarak, yazar olmak isteyen kadınlara bir cümle veya bir öneri söylemek isteseydin, ne söylerdin?

Bir kadın yazar olarak, yazar olmak isteyen kadınlara bir cümle veya bir öneri söylemek isteseydin, ne söylerdin?

Aşk üzerine yazmasınlar.  Bileşenlerine ayıracak her biri bu denli nüanslı onlarca duygu varken kadın yazarların artık tek bir hissi tasvir etmede saplanıp kalmasını anlamıyorum. Ya da ben okumak istemiyorum, diyelim. Hele kadını sadece aşktan ibaret bir yaratık gibi gösteren, sadece o konuya kafa yorduğunu ima eden metinlere hiç tahammülüm kalmadı. Geçen gün İstanbul'da bir müzede gördüm; güya tütün işçilerinin bir zamanlar yaşadığı hayatı ele alan küçük notlar vardı resimlerin yanında. Mesai bitimi erkekler geçim derdi, memleket meseleleri gibi konular üzerine kafa yorarken kadınlar aralarında konuşuyor, hangi erkek işçiyle göz göze gelecekler diye heyecan içinde gülüşüyorlardı, türünden bir yazı vardı. Bu yaklaşım, ve bunun edebiyattaki versiyonu, işi gücü aşk olan kadın, beni müthiş derecede sıkıyor.

Yazmaya nasıl başladın, sormasam olmazdı 🙂

Evde başladım, çocukken. Evin içinde çok kitap olması elbette hayatı keşfeden bir çocuğu çok etkiliyor. Hiç durmadan kitaplarım bitti diye ağlanıp sahaflar çarşısına götürmelerini isterdim annemlerden. Çok erken okumaya başlamışım. Böyle olunca da hatırladığım ilk hayallerden biri, üzerinde adımın olduğu bir kitabı kitaplıkta görmekti. İlk yazdığım şeyler, babam mesleğini icra etmese de gazetecilik mezunu olduğu için herhalde, küçük makalelerdi. Örneğin bir doğa olayını, bir savaşı inceleyip, "makale" hazırlayıp babama gösteriyordum. Küçük kurgular, fabller de yazıyordum.

Şüpheli Şeylerin yazım sürecini nasıl tanımlarsın? Çok önceden beri bu hikâyeyi kaleme alıyor muydun yoksa sadece fikren mi zihnindeydi?

Kaleme almam çok sonra oldu. On yılı aşkın bir süre zihnimde dolaştırdıktan, Bizans araştırması yaparken karşıma çıkan metinleri kurguya ekleyip çıkarttıktan sonra yazmaya başladım. Böyle yapmış olmaktan da memnunum, yazım sürecinde de her şey değişebiliyor, tüm hikâyeyi zihninde bitiren sonra sadece kâğıda döken yazarlardan değilim. Çoğu zaman hikâyede beklenmedik değişiklikler meydana gelebiliyor, itiraf etmeliyim ki yazım sürecinde planladığım son bile değişti.

Yazarken kişinin kendi hikâyesinden uzak kalmasının zor olduğunu biliyoruz. İlk kitabını yazmış biri olarak bunu nasıl deneyimledin?

Maalesef ki maalesef denmeli mi bilmiyorum da hiç uzak duramadım. Siz ne yaparsanız yapın ilk romanın illa ki otobiyografik olacağı söylenir. Ben de bu savın canlı bir örneği oldum sanırım. Elbette yazarken de fark ettim ama tuhaf şekilde beni çok da rahatsız etmedi. Kendini okuyucunun önünde çıplak hissetme hissi yok denemez ama nihayetinde bu bir kurgu, karakterler kurmaca, olaylar gerçekte o şekilde olmadı vs. Bunu kendini bir değil birçok roman karakterine dönüştürmek olarak da görebilirsiniz. Karakterlerin her biri sizden parçalar taşıyor ve hayatınızın bir kısmını yaşıyor.

Kitabı bitirince, hemen yeni bir kitap yazma isteği doğdu mu içinde?

Kitabı bitirince, hemen yeni bir kitap yazma isteği doğdu mu içinde?

Evet elbette. Hatta hemen başladım da. Ama sonra sakinleşmeye çalıştım. Acele etmeden fikrin, karakterlerin gelişmesini bekliyorum. O yeni hikâye zaten sürekli zihnin bir yerinde duruyor, yaptığınız okumalar, izlediğiniz filmler, gezdiğiniz sergiler, arkadaşlarınızla tartıştığınız konular, yaşadığınız mutsuzluklar, hayal kırıklıkları, kaygılar, korkular hepsi o öyküye ekleniyor. Okuyucunun da bir süre demlenmiş, ilk aşamada duyularla erişilmiş fakat devamında sakince planlanmış bir öyküyü okumayı hak ettiğine inanıyorum. O yüzden yavaş ilerliyorum.

Yazar'a ait Diğer Yazılar

Elif Hamitoğlu