Çıt Çıt Bir Deli
Çıt, çıt, çıt.......
Sustu dilim. Düşüncelerim ağzıma fermuar çekmeye çalıştı. Zihnim büyüdü. Yüzüm ekşimeye başladı. Topuklarım havada çıt çıtları dinledi.
Çıt çıt çıt.
Gözlerim konuştu. İçimde enginli yüksekli bir ses. Boğuk bir sinir dalga dalga yayıldı bedenime. Metronun burun kıvırtan kokusunu, kulakları kemiren uğultuyu, Ali'yi Ayşe'yi yolu yolcuyu bastırdı. Gözler birbirine bakarak çıt çıt kustu. Yüz kaslarım iki yüz elli volt. Adamın, sağ eli oynadıkça elime yer bulamadım. Başı yerde iken ben başımı taşımakta zorlandım. Dirseğini bacağının üzerine çivilemiş, baş parmağına bütün hayatını yüklemişti. Sol ayağı kendini göstermek ister gibi yukarı aşağıya kalkıp iniyordu. Sarı tesbihin derdi başından aşkın bir şekilde sırtındaki yükle hayatı tavaf ediyordu. Saçlarında ara ara beyazlar sırıtıyor, dağınık sakalları boş vermişliğin kucağındaydı. Tam karşımda başka evrenden nüfus etmiş bir meczup, bir de çıt çıt...
Ayrılık çeşmesi anonsu şükürler olsun duyuldu. Zihnime yapışan bütün düşünceleri sıyırıp atarak kendimi metrodan dışarı attım. İçimdeki bütün ohları dışarı fırlattım. Başımı gökyüzüne kaldırıp maviliklere göz kırparak kitapevine doğru koşar adımlarla gittim. İşe vardığımda ilk işim sade Türk kahvesi içerek güne yine de huzurla başlamaktı. Çok işim vardı, yeni gelen kitapların kayıtlarını alıp raflara yerleştirmekle işe başlayacaktım. İlk önce cezveye kahve su koyup ocağı açarken çıt çıt gelen ses tanıdık birinin sesi gibi geldi kulağıma. Birden irkildim. O başı önde, bedeni bu dünyada ruhu başka alemlerde gezen adam indi gözlerimin önüne. Fincandaki kahveyi dökmemek için itinayla masama geçtim. Beynimde şimşekler çakmaya başladı. Hiç anlamadığım bir şekilde içimde yankılanan çıtçıtlara birer anlam yüklemeye başladım. Boş hayat-çıt, işsizlik-çıt, parasızlık-çıt, hayırsız evlat-çıt, aile yok-çıt, .........doksan dokuz çıt sesi içimde. Doksan dokuz sabır.
Ay yeter! ben kendi derdimi taşıyamıyorum. Bana ne el alemin derdinden. Hadi kızım Reyhan sarıl işlere. Kira geliyor, bu ay kredi borcu var, faturalar gecikti var da var kızım. Sen de otur deli bir adamın tesbih sesiyle kafayı bul. Kahveni iç işe koyul. Patron terelelli bu aralar, kızdırmaya gelmez.
Babam bir duysa kızının iş bulamayıp kitapçıda çalıştığını, yıkılır garibim. Sınavı kazandığım günü hatırlıyorum da nasıl erkenden omuzları dik bir şekilde gitmişti köyün kahvesine. "Kızım İstanbullarda okuyacak, yollar, köprüler, hastaneler çizecek. Adını tüm ülke duyacak evelallah" diye övünmüştü. Her gün ezanla kazma omuzunda tarlada ırgatlık yapıp para yollardı. Ah! benim canım babam. Şimdi bu temmuz sıcağında nasıl toprakla boğuşuyordur. Üzerindeki gömlek tenine, dili damağına yapışır da hep şükreder Allah'a. Ya! Kardeşlerim için olan hayalleri; Ayşe'yi ilçedeki lisede okutmanın sevinci ile Hasan'ın ortaokula başlamasının sevinciyle daha bir aşkla kazmayı toprağa saplıyordur. Ayşe'si Doktor Hasan'ı mühendis olacaktır. Ne hayaller kuruyorsun garip babam, halbuki bilsen bu kızın ne büyük yalanlar söyledi sana. Bir sürü kötü alışkanlıklar edindi şu koca şehirde. Bu şehir beni yuttu babam, çürüttü.
Canımın içi anacığım, bir gün güneşi üzerine doğdurmazdı. Biz uyanana kadar bazlamaları sacda pişirir, herkesin sevdiği içi koyardı arasına. Ben en çok yağlı, keçi peynirli yerdim. Ayşe patatesli isterdi. Yüzü gülmezdi de gülüyormuş gibi dururdu. Yorulurdu da belli etmezdi yorulduğunu. "Hele siz bir okuyun, eliniz ekmek tutsun da ben o zaman gülerim kuzularım" derdin be ana. Bir de çalışmaya başlayınca şu bizim helayı içeri alıversen kuzum; karda yağmurda zor oluyor demiştin. Kızın mimar olamadı anacığım. Senin yüzünü güldüremedi. Bu koca şehirde sürünüyor senin gül yüzlün.
Gözyaşlarım hüzünlerime sarılarak yanaklarımdan süzüldü. İçimdeki vicdan azabı damarlarımda yüzüyor. İki yüzlü hayat, bana sırtını çoktan dönmüştü. İnsanın dünyada hayalleri ile karşılaştıkları hep dolaşmış bir ip yumağı. Çözmek, açıp kullanılır hale getirmek bir muamma. Of! bulanık gönlüme sağanak yağmurlar yağıyor bugün. İçim kokuşan düşünceler ambarı mübarek. Ne zaman bu günüm güzel geçecek desem mutlaka o gün tam tersi oluyor.
Çenemde durmadı, elimde. İşleri baya hallettim. Patron gelince belki sevinir. Bende erken çıkarım. Eve gider bir makarna yaparım, yanına anamın turşusu mis. Acıktım valla. Patron dedim bak işte duydu arıyor. "Efendim Mehmet abi?" "Reyhan kızım, ufaktan kitapları kolilemeye başla. Kitabevini kapatıyorum. Geliyorum bende, gelince konuşuruz." Telefon kulağıma yapıştı, dudaklarım birbirlerine sırtlarını döndü. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Sabah bir sürü iş var diyen adama şimdi ne oldu da kitabevini kapatıyorum dedi ki... Aklım bulandı, zihnim dağıldı. Kendimi sandalyenin kucağına bıraktım. Gözlerim raflardaki kitapları taradı. Mehmet abinin dünkü mırıldanmaları kulağımı tırmaladı.
"Kitap ruha açılan bir kapı, her kim o kapının tokmağını çalarsa ruhu; inkişaf eder, münevver bir haletle yarınlara yelken açar."
Tüm gün anam ağladı, belim tutuldu. Çeviri kitapların, yeni baskıların, klasiklerin havuzunda kulaç atmaktan yoruldum. Kim derdi İstanbul'da bir üniversite de Mimarlık Fakültesini bitir, gel bir kitabevinde çalış. Aldığım para yolda eriyor. Vapur, metro, dolmuş günümün yarısı yolda at yarışı gibi koşturmakla geçiyor. Başka çare var mı? Yok kızım yok. Ne zorluklarla okumuştum, sabahlara kadar maket yapmakla dört yılım geçti. Elli alabilmek için mideme kramplar girerdi de yine de okulu bitirip iyi bir mimar olabilmek için çalışırdım. Simitle gün savardım çoğu gün. Bir gün Nazlı'ya dediğimi hiç unutmam. "Nazlı iyi bir Mimar olup çok para kazanırsam haftada mangalda et yiyeceğim, bak göreceksin." Üniversitenin oradaki kebapçının kokusu ciğerlerime yapışırdı. Ne oldu kızım şimdi? Bir yıldır kitabevinin yolunu arşınlıyorsun. Kitap işleri de iyi gitmiyor. Satışlar iyice azaldı, patron kirayı ödeyemeyecek böyle giderse. Bu aralar patlamaya hazır bomba.
Kitap alan da okuyan da kalmadı. Günlerdir tek bir kitap satamadık. Olmuyor bu iş artık yürümüyor aslında. İnsanlar kitap almayı, okumayı bir lüks olarak görüyor. Oysa kitap hava gibi su gibi elzem olan şey. Neyse patron bir gelsin anlarız işin aslını astarını. Olamaz! kitabevi kapanırsa ne yer ne içerim. Nasıl yaşarım koca İstanbul'da. İşte bulamam. Hayır işsiz kalamam, kalmamalıyım. Anamın helası için para biriktiriyorum, artık kışın anam üşümeyecek. Allah'ım yardım et. Üşümek keşke sadece soğukla olsaydı. İnsan Temmuz'da da üşürmüş meğer.
Rafların arasına gömülmüş iken kapının açıldığını duydum. Patron söylediğinden de erken gelmişti, diye düşünerek başımı kitapların arasından kaldırdım. Yuh artık! Saçı sakalı birbirine karışmış, pejmürde kıyafetiyle içeri giren adam o mu? Gözlerime inanamıyorum. Hemen kitaplara yöneldi. Bazılarını alarak sayfalarını karıştırıyordu. Hayalet görmüş gibi kaskatı olan bedenimi kendine getirerek kasaya doğru yöneldim. Çıt çıtcı tüm kitabevini dolandı, kucağındaki kitaplarla kasaya geldi. Seçtiği kitaplar klasiklerle yeni çıkanlardan oluşuyordu. Sessizlik kapıdan Hüseyin abinin girmesiyle bozuldu. "Arif hoş geldin! Nasılsın kardeşim?" yüzünde güller açan patron üzerindeki bütün sıkıntıları silkmişti sanki. "Kızım çay getir bize. Dostum Arif ne badireler atlattın ne sınavlardan geçti de yılmadın, yıkılmadın. Bizlere de rehber oldun. Reyhan, Arif'in kitabı ikinci baskıyı gördü kızım." Yeni gevşeyen kaslarım bir şok daha yaşadı. Çayları götürürken ellerimin titremesine mâni olamadım. Adam sandalyede sağ eliyle çayını yudumlarken sol eliyle çıt çıtını avuçlamıştı. Adamın avuçladığı bütün dertlerin un ufak olmuş haliydi aslında. Bir tesbihin beni bu kadar etkileyebileceği hiç aklıma gelmezdi.
"Dünya bir durak Hüseyin kardeş, üşüten, yakan, savuran bir durak. Amma beklemesini bilirsen hepsi bir vızıltı," dedi çıt çıtçı.
Patron bir yandan kafasını sallıyor diğer yandan kolilediğim kitaplara bakıyordu. "Reyhan kızım gerisini yarın hallederiz. İşimiz çok. Gideceğimiz yer daha büyük bilesin. Hem kitabevi hem de yayınevi açıyoruz. Mücadeleye devam." Dilim tutuldu ne söyleyeceğimi bilemedim. Sır, kilidin kendisiymiş aslında.
Dükkânın havasını birden değiştiren bu meczup görünümlü adam, bir nefeslenip bir konuşuyordu. Madalyonun arka yüzü olduğunu, ön yargının kunduz gibi insanın duygularını kemirdiğini hatırlatan bu çıt çıtçıya içimden ığıl ığıl bir şeyler aktı. Benimse kalbimde kelebekler bahar tadında. Çok şükür. Hela parasını denkleştirip anacığıma gönderebilecek olmanın sevinci sardı kalbimi. Kendime de bir bardak çay doldurdum. "Reyhan kızım romanlar bölümünden Arif kardeşimin kitabını al da gel. ‘Derdimi Gül Eyledim' romanı."