Fazıl Sayın ile Son Romanı Kuvvacı Üzerine Konuştuk
Fazıl Sayın ile Son Romanı Kuvvacı Üzerine Konuştuk
Son eseriniz Kuvvacı ile Milli Mücadele dönemini ele aldınız ve çok ses getiren bir roman oldu. Kitap Ötüken yayınevinden çıktı ve Türk Edebiyatı Vakfı En İyi Roman Ödülü aldınız. Oğuzname Dergisi olarak sizi tebrik ediyoruz. Neden yazdınız Kuvvacı'yı?
Evet, kitap altı ay içinde altı baskı yaptı. Okurlarımdan güzel dönüşler alıyorum. Neden Kuvvacı? Çünkü, Kuvayı Milliye, Türk'ün var olma şevki ve mücadelesidir. Dillere pelesenk olmuş bu kavramı hepimiz kullanırız ama ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda ortaya çıktığı bilinmez. Kimin ve kimlerin kurduğu bilinmez. Kuvva'yı kuran ve adını veren kişi Edremit Kaymakamı Köprülülü Hamdi Bey'dir. Tarihin gördüğü ender şahsiyetlerden biridir Hamdi Bey. Romanın merkezine onu aldım. Damat Ferit tarafından kaymakamlık görevinden azledildikten sonra "Rütbe devletinse ceket milletindir!" diyerek yola çıkan Hamdi Bey'in şahsında Kuvayı Milliye'nin teşekkülünü ve mücadelesini anlatmaya çalıştım.
Tarihe karşı bir ilginiz olduğu muhakkak. Nedir bunun sırrı? Özel bir sebebi var mı?
"Nostalji" gibi kaç dramatik kelime vardır acaba? Her şey gelip geçmiş... Her şey olmuş bitmiş... Maziyi canlandırma yad etme... hatırlama... Hepsini birden tekrar yaşama şevkinin ne kadar beyhude olduğunun farkına varmak ne hicrandır. Bu yad etme seansı hakikatin kendisiyle beraber tam bir acıya ve ağıda dönüşür. Geçen geçmiştir artık... Lakin her ne hikmetse herkes için kıymetlidir mazi. Maziden bahsetmekten maziyi konuşmaktan maziyi seyretmekten maziyi okumaktan mutlu oluyor insan.
Dönem romanlarının ardından güncel bir roman yazmayı düşündünüz mü?
Belki yoruldu insan. İnsanlık yoruldu. Bilimi varlık sebebi olarak gören bizler belki bilime konu olmaktan yorulduk. Hep tahlil edilmekten, çözümlenmeye çalışmaktan...Farkında mıyız, kobay fare gibi yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımız laboratuvarlarda kayboluyorlar... Görenimiz var mı? Teknolojik yalnızlıklara terk edilmiş fidanlardan kimse sağlam gövdeli, uzun ömürlü, serin gölgeli çınarlar beklemesin. Kalabalıklardaki yalnızlarımız var bir de. İnsanlar arasında yalnızlıktan kıvranan insanlarımız. Koca koca ormanlarda kendi ıssızlığını yaşayan ağaçlarımız. Ortak endişemiz orman yangınları ki bugün en büyük yangınlardan biri mülteci yangını. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir türlü tamamlayamadığım romanım: "Ben Hiç Kimseyim!" birlikte yaşadığını unutmuş ağaçların ateşi nasıl paylaştıklarını, ateşe nasıl omuz verdiklerini anlatıyor.
Yazmanın bir mesuliyet olduğunu söylüyorsunuz. Neden yazıyorsunuz?
Ölmekten korkuyor değilim ama bu filmin sonunda kurgu bir yere bağlansa fena mı olur yani? Kızla oğlan kavuşsa mesela. Ya da kötüler cezasını bulsa... Ne bileyim ben. Hani insan ektiklerini biçmek, yaptıklarından sonuç almak istiyor işte. Düşünsenize yarınla ilgili beklentileriniz var. Girdiğiniz sınav sonucunu merak ediyorsunuz mesela.Ya da yaptığınız yatırımların sonucunu bekliyorsunuz. Belki gezme planları yapıyorsunuz dinlenmek için. Veyahut zordasınız düze çıkmak için çaba harcıyorsunuz. Ve birden; herşey buraya kadardı toparlan gidiyoruz, deniyor. İşte benim boşa bastığım yer burası! Hani benim düşündüklerim! Ya bu zamana kadar biriktirdiklerim, öğrendiklerim... Ya onlar ne olacak?
Makasla kesilecek mi film, aklımdakiler buharlaşacak mı? Açıldı parantez kapandı parantez öyle mi? Alın yazıma itirazım nafile elbette. Kendi yazım ve yazdıklarımla dünya kitaplığında ne kadar eser bırakabilirim onun derdindeyim.
Romanlarınızda ortak yaşam kültürlerinden ve toplumsal hareketlerden bahsediyorsunuz. Psiko-sosyolojinin önemini vurguluyorsunuz. Maksadınız nedir?
Öğrendikçe, bildikçe, tecrübe ettikçe canımız yanıyor. Tarihi seyir içinde her bir kilometre taşı, yalınayak üstüne basmak zorunda olduğumuz közden birer gerçek gibi geliyor bana. Gerçekleri ve hayatı ve hayatın gerçeklerini öğrendikçe... Gercekler... hayat... ve hayatın gerçekleri... bunların hepsine birden tecrübe deniyor. Ve ömür denen güzergahtan geçen herkesin aşina olduğu bu terkipleri yaşayıp öğrendikçe ölümle beraber insanlar eşitleniyor. Bu dünyada tam anlamıyla eşitlenmek ve adalet duygusunun hiçbir şekilde tesis edilemeyeceğini bile bile insanın buna kendini inandırması yanılgı değil de ne? Yanılgı bu dünya hayatını ya da ömrü en güzel şekilde karşılayan kelime olsa gerek. Çünkü adalet; ilahi kudretin vadettiği ve beşeriyetin ulaşmaya çalıştığı bir ideal ve ütopyadır. Buna mutlak mana da ulaşmak mümkün değil. İnsan aklının keşfi olan bütün beşeri nizamların temelde vadettiği de bu değil mi? Buna rağmen hiçbir ideoloji ya da hiçbir rejim bunu tesis edebilecek kudrete sahip değil. Teoride mümkün olsa pratikte hayata geçirmek mümkün görünmüyor. Çünkü hiçbir insan psikolojisi gücü taşımaya muktedir değil. Tarihi seyir içersinde insanın ideal yönetim şekline ulaşamamış ya da ulaşamayacak olması da bu sebepledir. Kaldı ki günümüz insanı için düşünce özgürlüğü konusunda oldukça geniş imkanlar sunulmuş olmasına rağmen son yüzyılların en büyük icadı olan demokrasinin ihtiyaçlara karşılık gelmediği aşikardır. Elbetteki bu tatminsizlik yeni arayışları beraberinde getirecektir.