Marifet midir İltifata Tabi Olan?
Son dönemde liyakat, en fazla şikâyet edilen konulardan biri haline geldi. O kadar çok dile getirildi ki neredeyse anlamını unutur hale geldik. Liyakatin bir ölçüt olarak değer kaybetmesinin yanında, kurumsal yapılardaki sorunların ve eşitsizliklerin bir diğer çıktısı, bu yapılar içinde çalışan insanların kültürel yozlaşması oldu. Yükseköğretim kurumları da kaçınılmaz olarak bu durumdan payına düşeni alıyor. Akademiye giren ve akademide yükselen bireylerin profili hissedilir düzeyde değişime uğramaya başladı. Daha önce münferit yaşanılan durumlar, yavaş yavaş sık rastlanır hale geldi. O kadar ki normalmiş gibi kanıksamaya başladık. Hatta hakkıyla yüksele(bile)nler, sosyal çevreleri sayesinde yükselenler grubunda sayılmaktan çekindikleri için, toplumsal ortamlarda yetkinliklerini anlatma/ispatlama gereği hissediyorlar. Bu sosyal sermaye dedikleri ne menem bir şeymiş? Hem de bir mal mülk gibi ama daha ölmeden evladınıza miras bırakabileceğiniz bir şey. Yalnızca evladınıza olsa neyse, hısım akrabaya, size fayda sağlama potansiyeli olana... Modern (!) dünyada buna "kazan-kazan" diyorlar. Sen bana yardım et, ben de sana; sen benim tanıdığıma yardım et, ben de senin tanıdığına. Böylece sosyal sermaye, bireylerin kültürel birikimlerinden ve ürettiklerinin niteliğinden bağımsız olarak, yükseköğretim kurumlarına girmelerini ve ilerlemelerini sağlayabiliyor.
Aslında bu durum kısmen hep vardı. Bölümünüzde ya da fakültenizde bir boşluk oluştuğunda, burayı nitelikli bir akademisyen ile doldurmak istersiniz ve bunun için birikimine güvendiğiniz arkadaşlarınızdan ya da tanıdıklarınızdan, yetiştirdikleri öğrencileri bu kadroya yönlendirmelerini rica edersiniz. Ölçüt bilimsel nitelik olduğu sürece bunda çok da bir sakınca yoktur. Bu tür kurumlarda güç, bilgi ile ilişkilidir. Burada ise sözünü ettiğimiz durum, tek ölçütün gücü temsil eden kişilere yakınlık olması... Bourdieu, sermaye türlerinden bahsederken (özellikle sosyal, kültürel ve ekonomik sermaye), bunların birbirlerine dönüştürülebileceğine atıfta bulunur. Ekonomik sermaye diğerlerinden biraz daha öne çıkar çünkü parasal güç, sosyal ve kültürel gücü elde etmek için daha fazla fırsatlar sunar. Bununla birlikte sosyal ve kültürel sermaye de hem birbirlerine hem de ekonomik sermayeye dönüştürülebilir özellik taşır. Bugün yükseköğretim sistemimizde gözlemlenen durum ise, tek başına sosyal sermayeye sırtını yaslayarak sisteme giren ve/veya sistemde ilerleyen bireylerin sayısının gün geçtikçe artıyor oluşu... 1980'li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların, yükseköğretim kurumlarını da piyasa mantığına göre şekillendirmesi, halihazırda nitelik anlamında bir geriye gidişi başlatmıştı. Akademik başarının sayısal verilerle değerlendirilmeye başlanması, bilimsel ürünlerde ne söylendiğinin önemini yitirmesine ve yayın sayısının ön plana çıkmasına neden oldu. Yapılacak araştırmaların seçiminde bilim insanları konunun öneminden çok, hızlı sonuç verecek olmasına odaklanmaya başladılar. Tüm bunlara bir de açılan üniversite sayısının sadece niceliksel bir sorun olarak algılanması nedeniyle yeterli öğretim elemanı olmadan açılan üniversiteler/bölümler eklendiğinde, yükseköğretimin gördüğü zarar çok daha yıkıcı bir hal aldı. Bunların yanında bu kurumlarda yükselenlerin, güç ilişkilerini kullanarak ilerleyenlerden oluşmaya başlaması, neoliberal politikaların verdiği zarar ile birlikte, üniversiteleri entelektüel birikimden yoksun akademisyenlerin çoğunlukta olduğu mekânlar haline getirdi. Bu durum aslında bir anlamda, üniversitelerin özlerinden aykırı bir oluşa evrilmeleri anlamı taşımaktadır.
Güç (iktidar) ile ilgili tartışmaları mikro açıdan bakarak ele alan Foucault, "Özne ve İktidar" adlı eserinde gücün insan ilişkilerinde görünür hale gelen kısmına odaklanır. İktidarın yalnızca merkezi yapılardan ibaret olmadığını, kurumsal pratiklerin ve sosyal etkileşimlerin içine nüfuz eden bir nitelik taşıdığını söyler. Sözgelimi, bir akademisyenin yetkinlik ölçütleri nelerdir? (Hatta zaman zaman yakınınızın sahip olduğu güce bağlı olarak, ölçütler sizin sahip olduğunuz özelliklere göre yeniden düzenlenebilir. Ne var bunda?) İktidar bu haliyle toplumsal normlar için de belirleyici olur. Bir yükseköğretim kurumunda hangi davranışlar kabul edilebilir, hangi davranışlar kabul edilemez? Bireyler toplumsal ilişkiler ağı içinde bunları öğrenirler. Bir de bakmışsınız, liyakatten yoksun insanlar dönemin yeni entelektüelleri olarak, bir zamanın yozlaşmış kültüre sahip diye etiketlenen kurumları ise dönemin ‘girişimci, rekabetçi, kalite güvenceli' (!) kurumları olarak kabul görmeye başlanmış. Gücü salt sosyal ilişkiler ağında aradığımız ve bu işleyişi kabullendiğimiz ölçüde, bu sistem içinde bir özne olmaktan çok, sistemin devamlılığını sağlayan nesnesi haline gelmekten başka sonuç görünmemektedir.
Velhasıl kelam, bir akademisyenin toplumsal itibarı ne söylediğinden çok, kimlere yakın olduğuna göre değişiyor. Ha, bu durum bizim ülkemize özel değil hani. Bir süredir bir araştırma yürütmek üzere yurt dışındayım. Araştırmanın uygulaması için çeşitli kurumlardan izin almam gerekiyor. İki kuruma yaptığım izin başvurum reddedildi. Gerekçe sunmalarını rica ettim, gönderdiler. Ancak sundukları gerekçe anlamlı gelmedi. Sonra burada görev yapan akademisyen arkadaşlarıma açtım konuyu. Bazı kurumlarda -birileri aracılığıyla onlara başvurulmadığı sürece- kolay kolay çalışmalara olur verilmediğini söylediler. Doğrusu bu yanıtı beklemiyordum ama çok da şaşırmadım. Hemen her yerde benzeri bir düzen var. Yalnızca karşılaşılma sıklıkları birbirinden farklı. Sahi marifet midir hâlâ iltifata tabi olan, yoksa kimi/kimleri tanıdığın mı?
Tuğba Hoşgörür
1976 yılında Eskişehir'de doğdu. Lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Öğretmenliği bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi programında tamamladı. Eskişehir'de öğretmenlik ve okul yöneticiliği yaptıktan sonra, 2010 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 2024 yılının Temmuz ayından itibaren Toronto Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak araştırmalarına devam etmektedir. Araştırma ilgi alanları; eğitimde eşitsizlikler, eğitim ve mekân ilişkisi ile yoksulluk ve eğitim ilişkileri üzerine yoğunlaşmaktadır.