Patron Çıldırdı
Stalin'in okumaya düşkün olduğu anlaşılıyor. Edebiyatçılardan çok çekindiğini ve sevdiği yazarları öldürdüğünü biliyoruz. Francois Mitterand da çok okurdu hatta Yaşar Kemal'in hayranı ve yakın arkadaşıydı. Okumaya meraklı siyasetçilere Harry Truman gibi birkaç isim daha ekleyebiliriz. Okuma alışkanlığına sahip olan siyasetçiler, diğerlerinden ayrılıyor.
Kutadgu Bilig'den beri siyasetnameler Türklerde yaygın olarak okunan bir türdü. Asya'da Moğollar devlet örgütlenmesini doğrudan Türklere teslim etmişti. Rusça'da yer alan bu konudaki kavramların Türkçe'den gelmesi, Rusların da başlangıçta Türk devletini model aldıklarını gösteriyor. Rusya'da Doğu-Batı sorunu, bizdeki kadar hararetli bir tartışmadır.
Oğuznamelerde "töre", Oğuz Kaan'a mâl edilir. Türk devlet geleneğinin anahtar kavramıdır töre. Kutadgu Bilig'e göre törenin dört ayağı var: Adalet, devlet, anlayış ve kanaat. Adalet doğrulukla, devlet kutla, anlayış ululukla, kanaat de afiyetle ilişkilidir. Yönetici; anlayışlı, bilgili ve alp yürekli olmalıdır.
Son yirmi yılın karnesine kenarından köşesinden göz atalım. Bir televizyon programında, sunucu Kültür ve Turizm Bakanına kâğıt fiyatlarındaki artışın şikâyet konusu olduğunu söyledi. Bakan, kâğıdın ithal edilmesi nedeniyle sorunun çözümünün olmadığını açıkladı. Türkiye'nin Kültür ve Turizm Bakanı; kâğıdı, Almanlar icat ettiği ve sırrını kimseye aktarmadıkları için ithal etmek ve fiyatına katlanmak zorunda olduğumuz bir nesne sanıyordu. Oysa tarihte kâğıdı ilk kullananlar, onunla kitap basıp çoğaltanlar Türkler ve Çinlilerdir. Günümüzde hâlâ dünyanın en iyi kâğıdı (ve pilavı) Özbekistan'da Türkler tarafından yapılmaktadır. Türkiye'de AKP'li bir ekonomi bakanının SEKA'nın fabrikalarını kapatmasıyla kâğıt üretimi tarihe karıştı.
İstiklâl Caddesinin simge isimlerinden merhum Vahan Usta, AKP'li Beyoğlu Belediye Başkanı nargileci açmak için tezgâhını kaldırana kadar burada sahaflık yapıyordu. İstanbul'un yüz yıllık az sayıdaki markalarından Librairie de Pera da AKP'li Vakıflar Genel Müdürü kapatana kadar Beyoğlu'nda kitap satıyordu. Milli Kütüphanenin kitapları AKP'li yöneticiler tarafından Ankara sahaflarına satıldı. Binasını otele dönüştürmek için Osmanlı Arşivleri deniz seviyesinin altında bir yere taşındı ve belgeler burada nemlendi. Tekkeleri restore edip düğün salonu ve lokanta yaptılar. Kültür konusunda verebileceğimiz sayısız örneğe bir de eğitimin ortadan kaldırılmasını ekleyince, töredeki listeden anlayış ve bilginin üzerini çiziyorum. Gelelim adalete.
Bir zamanlar eroin kaçakçılığı davalarındaki rüşvet çarkının dönmeye devam etmesi için yüksek yargıdaki bürokrasi Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasına direniş gösterirdi. Fakat o yıllarda bile ortalama insan için Türkiye'de adalet vardı. Rüşvet, Neşter Operasyonu benzeri davalarda büyük şirketlerin ya da mafyanın yargı üyelerine verdiği bir şeydi. Son yirmi yılda rüşvet; adliyelerde lokanta menüsü gibi tarifeye bağlanmış olarak, otopark ücreti rahatlığında alınıyor.
Bugün on yaşındaki kızınızı AKP'li bir belediye başkanının yakını öldürürse, olay intihar süsü verilerek örtbas edilir. Hakkınızı aramaya kalkarsanız akıl hastanesine yatırılırsınız. Hele AKP'li bir milletvekilinin evinde hizmetçilik yapıp da sağ kalmak istiyorsanız, sakın hamile kalmayın. AKP merkezindeki büro elemanlarının hasıraltı edilen kokain partileri, bunların mobbing yaparak intihara sürükledikleri polis memurları vs. Yani listeden adaletin de üstünü çizebiliriz.
Kanaat faslını uzatmaya gerek yok. Türkiye'nin yedek akçesi bile ortadan kayboldu, hem de afiyetle. Kanaatin de üstünü çiziyoruz. Bu durumda devleti yönetenlerin kutu bitmiş oluyor. En eski yazılı kaynaklarımız olan Orkun-Yenisey yazıtlarından beri biliyoruz ki yöneticilerin kutunun bitmesi, Türk devletinde iktidarın el değiştirmesinin gerekçesidir. İktidarın otoritesinin toplumsal uzlaşmadan gelmesi, yakın zamanın görüşüdür. Eskiden bu meşruiyetin kaynağı ilahiydi. Asya'nın konar-göçer Türk kaanları bozkırın usta avcıları olan kurtların (börü) soyundan geliyordu ve kutunu Tengri'den almıştı. Diğer tarafta Marduk'un Enlil'in yerini almasından itibaren Mısır'dan Japonya'ya tarım toplumlarının imparatorlarının hepsi güneşin oğludur ve onlar da babaları gibi ilahtır. Başlarına giydikleri tacın okları bile güneşin saçtığı ışınlardır.
Türk devletinin üstü çizilmez ama yöneticilerin biri gider diğeri gelir. Çin yıllıkları, Rus letopisleri, Bizans kronikleri... yani tarih bize böyle söylüyor.
Şu anki muhalefet genel başkan değişikliğine rağmen halen Obama yönetiminin Türkiye'de kurduğu düzenin devamı. CIA'in aparatı olan yasal ya da yasadışı tüm yapılarla işbirliği içindeler. Deniz Baykal sonrası muhalefetin seçim kampanyaları, Obama için yapılanların nüshası. Beyaz gömlek giyen, kollarını sıvayan, ip bileklik takan, birbirinin kopyası siyasetçiler... Çünkü bu kampanyalar daha önce Obama için çalışan Benenson Strateji Grup adındaki şirket tarafından tasarlandı. Obama'nın "Yes we can" sloganı Türkiye'deki muhalefet için "We can do it" olarak dönüştürüldü ama bu İngilizce ifadeyi Türkçe'ye çevirmeye bile gerek görmediler. Aslında Amerikalı danışmanlar Türkiye'deki muhalefet için özgün bir slogan bulmaya da gerek görmediler. Bu söz, II. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin cepheye gitmesiyle ortaya çıkan işgücü açığını kadınlarla kapatmak isteyen ABD hükümetinin numarasıydı. Ev kadınlarını fabrikalarda çalışmaları için bu sloganla motive ediyorlardı. Süper kahraman çizgi romanlarına Amazon adlı kadın kahramanın eklenmesi de bu işgücüne moral vermek amacını taşıyordu. Amazon'a kadar çizgi romanlarda kadınlar; erkek süper kahramanların sürekli kurtarmak zorunda kaldıkları, aciz yan tiplerdi. Türkiye'deki seçim kampanyalarında Cumhuriyet gazetesinin yazarları üzerinde İngilizce "We can do it" yazan tişörtlerle poz verdiler, Leman dergisi muhalefete destek vermek için defalarca bu sloganı kapak yaptı.
Okuma alışkanlığıyla bilinen bir başka siyasetçi olan Barrack Obama tarafından oluşturulan muhalefet Libya'da Hafter'i, Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ı, Kafkaslarda Ermenistan'ı, Suriye'de YPG'yi, kısacası her yerde Türkiye'nin karşısında kim varsa onu destekledi. 2024 yılındaki yerel seçimlerde AKP bu muhalefet karşısında soyunma odasına 4-0 geride girdi. 2028 yılındaki genel seçimlerde yani ikinci yarıda maç çevrilebilir ama bu oyunla ve bu oyuncularla değil.
Siyasetname edebiyatı bizde on sekizinci yüzyılda sona erdi. Yerini layihalar ve takrirler aldı. Onlar da zaman içinde Fransızca "rapport"dan gelen "rapor"a dönüştü. Tanıklardan öğrendiğim kadarıyla Turgut Özal ve Süleyman Demirel, rapor okuyan son siyasetçilerdi. Bu özellikleri, eğitimli olmaları ile doğru orantılı. Kendisi de bir yazar olan Bülent Ecevit'in okuma alışkanlığı, mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla çocukluğundan geliyor.
Bir gece televizyon programındaki gazeteci, yanında oturan akademisyene adını tam hatırlamadığı Reşad Ekrem Koçu'nun kim olduğunu sordu; sonra bu ismi Ekrem İmamoğlu'ndan duyduğunu söyledi. Ekrem İmamoğlu yılanla çuvala girdi; her tarafını ayrı oynatabilme yeteneğine güvenerek, ısırılmaktan korkmuyor. Gönlümden geçen, İmamoğlu'nun yılanı ısırması. İlerde cumhurbaşkanı olur da Oksijen gazetesindeki Kürdistan vaadini gerçekleştirmezse başı belaya girer çünkü Amerikalılar parasını ödedikleri şeyi, isterler. Irak tezkeresine verdikleri aşırı tepkinin nedeni, parasını ödemiş olmaları. Reşad Ekrem Koçu meselesine dönecek olursak, Ekrem İmamoğlu gördüğüm kadarıyla son dönem siyasetçileri arasında kitap okuyan tek isim. Hatta yakın bir arkadaşından, dergileri de takip ettiğini öğrenmiştim. Onun da bu özelliği eğitimli olmasıyla doğru orantılı. Gazeteciye gelince, eskiden olsa rezalet sayılırdı ama artık bir basın mensubunun Reşad Ekrem Koçu'yu bilmemesi bizde ayıp değil.
Beni siyasetin kültürle ilişkisi ilgilendiriyor. Uzun yıllar İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin iştiraklerinden Kültür AŞ'de görev yaptım. Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Orta Doğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı (UCLG-MEWA) için bir kültür komitesi kurdum ve yönettim. İş yaşantım sırasında merhum Şenol Demiröz gibi şahane kültür insanları tanıdım ama gerek işçi gerek yönetici olarak çalıştığım dönemde büyük hayal kırıklıkları da yaşadım. Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler (UCLG) teşkilatının İspanya'nın Bilbao şehrinde düzenlediği toplantıda; Avrupa'da kültürün, ekonomik kalkınmanın ayaklarından biri olduğunu gördüm. Oysa Türkiye'de yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin tamamına yakını; festivaller, halk konserleri, tanıtım günleri vb. yolsuzluk amacıyla yapılıyordu. Hiç yapılmayan sinema festivalinin faturasının kesilip parasının ödendiğini gözlerimle görmüştüm. Kültür etkinlikleri, hizmet alımı olarak ihale edildiği için yolsuzluk yapmanın en kolay olduğu mecra. Hizmet, daha önce de söylediğim gibi alındıktan sonra buharlaşan bir şey. Hiç kimse geriye dönüp hizmetin verilmediğini kanıtlayamaz.
Ne yazık ki belediyeler bu paraları yalnızca partilere değil terör örgütlerine de aktardılar. Kemal Kılıçdaroğlu'nun ilk Amerika gezisinden dönmesinin ardından CHP'de hem Fethullahçı danışmanların hem de PKK'ya destek vermesi ile tanınan milletvekili ve yöneticilerin aynı anda yer bulması, biri mehdici diğeri nasyonel sosyalist olan iki örgütün bu kadar zıt ideolojilere sahip olması nedeniyle pek akıl alır gibi durmuyor. Benim çalıştığım sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kültür işleri dairesi, "Doğu'nun Kadınları-İştarlar Kapımızda" adında bir festival düzenledi. Bu festival aracılığıyla Doğan Ertuğrul'a para aktarıldı. "İştarlar", PKK'nın kadın meclisinin adıydı. Fethullah Gülen'in yakın çevresinden olan Doğan Ertuğrul da darbe girişiminin ardından Kuzey Irak'a kaçtı ve burada PKK'ya, örgüte sızan MİT ajanlarının listesini verdi. Doğan Ertuğrul'a para aktarılmasında rol oynayan belediye bürokratlarından biri halen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a danışmanlık yapıyor. Yani zahirde birbirine zıt görünen sosyolojiler arasında bâtında son derece girift bağlar olabiliyor.
Başkanlık sistemiyle yönetilen ABD'de Temsilciler Meclisi ve Senato vardır. Temsilciler Meclisi üyeleri iki yılda bir, Senatörler ise altı yılda bir seçilir. Böylece başkan üzerinde bir denetleme mekanizması kurulur. Bizim cumhurbaşkanlığı sistemimizde bu ayrım yok. Hal böyle olunca millet belediye seçimlerini bir denetleme mekanizması olarak kullanmaya başladı. Bir tür ara seçim. Uzun zamandır yerel yönetimler ve hükümet farklı partilerden. Bu iki başlılık, yerel yönetimlerde yolsuzluk yapılmasını zorlaştırdı. Rakamlar küçüldü. Belediyeler ruhsat rüşvetlerine zam yaparak açığı kapatmaya çalışıyor. Tabii ki daralan bütçeler karşısında ilk vazgeçilen, kültür etkinlikleri oldu. Ben Şenol Demiröz'ün kültür işleri daire başkanlığı sırasında İstanbul'un altın çağını yaşadığını gördüm. Açıkçası, dönemin İBB Başkanı olarak Tayyip Erdoğan'ın Şenol Demiröz'e açtığı kredinin de hakkını vermek gerek. Tayyip Erdoğan 1990'larda çoğulcu bir siyasetçiydi. Siyasal İslamcıların o yıllarda kitap okumaya olan tutkuları, "ezilenler" olmalarıyla doğru orantılıdır. "Ezenler"e dönüştükten sonra kitapla bir bağları kalmadı.
Şu ezme-ezilme meselesini kurcalayacak olursak, aslında dünyanın en zalim yöneticileri son derece entelektüel kişilerdi. Ben şıranın sahtesinin nasıl anlaşıldığından II. Katerina'nın çocuğunun gerçek babasına kadar birçok şeyin yanında, edebiyatı da İlber Ortaylı'dan öğrendim. Hoca bana Çarlık zamanında meşrutiyet isteyen Rus şairlerin birbiri ardına Fransız subaylarla düello yapıp öldüklerini, Stalin'in iktidarı sırasında da yeni düzende aradığını bulamayan şairlerin intihar ettiğini ve tüm bu ölümlerin şüpheli olduğunu söylemişti.
Şimdi ben bu kadar lakırdıyı niye ettim? Stalin'den Pol Pot'a bütün diktatörler okuyan insanlardan korktular ve onları ortadan kaldırdılar ama Türkiye öyle ya da böyle demokratik bir ülke. Yöneticilerimiz seçimle gelip yine seçimle gidiyor. Bu ortamda siyaset kurumu, toplumun kültür yaşantısının sürmesini sağlamalı. Yayıncılık daraldı, kitap etiketleri astronomik rakamlar haline geldi, dergiler ortadan kalktı. Yabancı ülkelerden sağladıkları fonlarla Türk kültürüne saldıranlara yanıt verecek bir mecra kalmadı. Demokratik ama kültürsüz bir Türkiye, Doğan görünümlü Şahin gibi bir şey.
Yazar'a ait Diğer Yazılar
Alper Çeker
Alper Çeker 1972 yılında İstanbul'da doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Osmanlıca'dan çeviriyazı ve sadeleştirmeler, Rusça ve İngilizce'den çeviriler yaptı. Telif eserleri arasında Gece Şehre Dedi ki, Reziller, Kurt Cobain ve Seatle Olayı, Devrana Girip Seyran Edelim ve Kan Kardeşi Tarantino vardır.